[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Toprak, insana hayatının iki temeli olan ekmek ve sudan başka gerekli bir maddeyi daha, tuzu da sağlar. Bu
maddenin öteden beri beslenmede önemli bir yer tuttuğunu ve uzun zaman
tuzdan yoksun kalmanın organizmada ne gibi düzensizliklere yol açtığını
biliyoruz. Tuzun, yalnız beslenmede değil toplumsal hayatta da büyük
rol oynadığını gösteren olaylar çoktur. Sözgelişi Fransızca’daki
Salaire, İngilizce’deki Salary kelimesini bir göz önüne alalım: Bu
kelime Roma lejyonerlerinin ücretlerinin bir kısmını tuz (sel) olarak
almalarından gelmektedir. Bu madde gerçekten birçok ülkede para yerine
geçiyordu ve en uzak çağlardan beri devletin tekelinde olup birçok
yerlerde ‘tuz vergileri’ konmuştu. Tuz, bazen buharlaştırma yoluyla
deniz suyundan bazen tuz kayalarından çıkartılır.
XIX. yüzyıla kadar tuz, mutfaklarda ya da et ve balık tuzlama işinde
kullanılırdı. Ama Leblanc’ın sodyum karbonatı hammadde olarak
kullanmaya başlaması üzerine, yeni doğmakta olan kimya sanayinin temel
maddesi haline geldi.
Kimya sanayii böylece Leblanc yönteminin gerektirdiği ikinci elemanı,
yani sülfürik asidi de imal etmeye koyuldu. Bu madde Arap simyacıları
tarafından bulunmuştu ve Fransa’da Devrim sırasında biliniyordu. Ancak
kullanıldığı yerler sınırlıydı. Kemirici bir madde olduğundan, yalnız
boyacılıkta yararlanılan bazı maddelerin hazırlanmasında, altın ve
gümüşü arıtmada, bazen de organik kalıntıları yok etmekte
kullanılmaktaydı. Belli sanayi dallarında kullanılan sülfürik asit içi
kurşunla kaplanmış odalarda imal edilirdi. Bu odalarda kükürdü yakarlar
ve elde edilen kükürtlü anidriti sudan geçirerek sülfürik asit elde
ederlerdi.
Bu imal şekli uzun süre İngilizlerin sırrı olarak kaldı. Ama şiddetle
ihtiyaç duyulan bu madde elbetteki günün birinde öteki ülkelere de
sızacaktı. Halk dilinde zaçyağı diye bilinen bu maddeyi imal eden ilk
fabrika 1766′da Rouen’de kuruldu. Kullanma yerleri gittikçe artıyordu.
Demire dökerek balonlar için gereken hidrojeni elde ediyorlar ve kibrit
imalinde kullanıyorlardı. Derken imparatorluk döneminin ablukası gelip
çatınca, Sicilya’dan gelen bir ithal malı olması nedeniyle görülmemiş
bir fiyat yükselişi oldu. Bunun üzerine, kükürdün yerini tutabilecek
başka bir madde bulma zorunluluğu başgösterdi.
1810′da Peregrine Phillips adlı bir İngiliz, kükürtlü anidriti,
İspanya’dan getirilen ve tabii demir sülfüründen başka bir şey olmayan
piriti platinde ısıtmak yoluyla elde etti. Pirit bol bir hammaddeydi;
kurşun odalar da artık yeterince geliştirilmiş olduğundan, 1838′den
başlayarak bütün sodyum karbonat ve süper fosfotlar talepleri
karşılayacak miktarda sülfürik asit imal edilmeye başlandı.
Kaldı ki, bu maddeyi arayanlar yalnız Leblanc yöntemiyle sodyum
karbonat ve suni gübre imalcileri ya da boyacılar ve değerli madenleri
işleyenler değillerdi. Güçlü ve ucuz bir kimyasal etken olduğundan
sayısı gittikçe artan alanlarda bir reaksiyon etkeni olarak da
aranmaktaydı. Henüz emekleme döneminde bulunan organik kimyada bile
belli başlı rol oynamaya başlamıştı.
Şeker, eritilmiş domuz yağı, alkol, üre gibi organik maddelerin
esrarlı bir “hayat gücüne” sahip oklukları sanıldığından bunlar organik
olmayan maddelerden ayrı tutulmaktaydılar. Bununla birlikte, kimyacılar
bu maddeleri de her türlü analize tabi tutmaktan geri kalmadılar. Genç
bir Fransız kimyacısı “Recherches chimiques sur leş corps gras” “Yağlı
Maddeler Üzerinde Araştırmalar” adlı eserinde (1823) hayvansal ve
bitkisel yağların, yağlı asitlerle gliserin bileşiminden meydana gelen
kimyasal maddeler olduklarını kanıtladı.
Eugene Chevreuil (1786-1889) adlı bu genç kimyacı Charlemagne
Lisesinde kimya öğretmeniydi ve Vauquelin’in yönetimindeki kimyasal
maddeler fabrikasında çalışmaktaydı. 1823′te eserinin yayınlanması
üzerine profesör olarak Gobelins Fabrikasına atandı ve orada
yeteneklerinin ürünlerini verme imkânlarını buldu.
Yağlı asiti bir bazın üzerine uygulayarak sabun elde ediliyordu.
Böylece bilimsel bir temel kazanan sabun sanayii, randımanını olduğu
kadar ürünlerinin niteliğini ve çeşitlerini de artırdı. Baz olarak
potası alındığında yumuşak, sodyumu alındığında sert sabun elde
ediliyordu. İşte bundan sonradır ki, tuvalet sabunları ev ya da sanayi
sabunları gibi özel kullanışlı sabunlar imal edilmeye başlandı.
Bu çalışmaların ikinci önemli sonucu mumların kalıplanmasında
asitstearikin kullanılabilmesi oldu. Bu işi gerçekleştirme hevesine
kapılan bilgin Paris’te bir fabrika açtı. Herkes, beyaz ve saydam bir
ışık veren o hem süslü, hem ucuz mumlan kapışmaya başladı. Gariptir;
tatsız bir konu olarak kabul edilen kimya bilimi insanları doyurma
işinden sonra öteki alanlara da elini uzatacak kadar yararlı bir bilim
dalı haline gelmeye başlamıştı.
Ya fotoğrafı? Onu insanlara armağan eden de kimya bilimi olmadı mı?
Bu teknik objektifine kadar her şeyini kimya bilimine borçludur. Önce
her işe elverişli adi camı gerçekleştirmiş, bundan sonra kullandığı
maddelerin bileşimlerini ve oranlarını değiştirmek yoluyla çeşitli
niteliklerde camlar meydana getirmiştir. Fotoğraf objektifleri,
astronomik dürbünler, gözlükler, mikroskoplar, spektroskoplar, jeodezik
ve topografik camlar gibi cam ve şişeden çok farklı niteliklerde ve
kullanışta gereçler yaratmıştı.
Bunların yaratıcıları modern optik camların bulucusu İsviçreli
Pierre-Louis Guinand (1748-1824), Alman Cari Zeiss (1816-1888) ve Ernest
Abbe (1846-1907) oldular. Bunlardan birincisinin torunları Paris’te
optik araçlar fabrikası kurdu, ikincisi de bilimsel kaliteyi ve üretimi
geliştirdi.