[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
İstanbul’un fethine dair her şey tartışıldı. Asker sayısı, karadan yüzdürülen gemilerin ebadı, fetih
gününün tarihi…. Ama Fatih’in ordusunda yer alan, evlad-ı fatihanla yan
yana savaşan binlerle ifade edilen Hıristiyan asker hiç tartışma
konusu olmadı.
Osmanlı Ordusu’ndaki Hıristiyan askerler bu gün tespit edilmiş
olmamakla birlikte çok tartışılmayan, gündeme gelmeyen bir konu. 1432
tarihli Arvanit (Arnavut Sancağı) defterine dayanarak çok eski tımar
sistemini inceleyen Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı Devleti tarafından
yerli Hıristiyanların önde gelenlerine tımar verildiğini görür. Tarih
biliminde bu önemli bir buluş olarak kayda geçer. 1952 yılında Belleten
dergisinde kaleme aldığı makaleyle bunu akademik dünyaya duyurur.
İnalcık’ın hayat hikâyesini ve görüşlerini ihtiva eden, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Tarihçinin Kutbu (söyleşi Emine
Çaykara) adlı kitapta anlattığına göre bu tez profesörlüğünün kapılarını
açmıştır. Peki, bu tez neden önemlidir?
“Osmanlı Devleti Balkan’da mevcut aristokrasiyi kılıçtan geçirmemiş,
aksine tımar vererek Bulgar, Sırp, Arnavut senyörünü yerinde bırakmış,
işbirliği yapmış onlarla. Böylelikle Osmanlı Balkanlar’da yüksek
sınıfı tımar rejimine sokarak Osmanlılaştırmış ve Müslüman olma şartı
koymamıştır.” İşte bu yüzden, İstanbul 1453’te kuşatıldığında Fatih’in
ordusunda pek çok Hıristiyan asker vardır.
Tımarlı sipahiler toprak yönetiminin bir parçasıydı. Yükselme döneminden
sonra eski popülaritesini yitirse de İstanbul’un fethi tarihinde
Osmanlı Devleti’nin en önemli askerî kuvvetlerini teşkil etmekteydi.
Sistem bir yönüyle toprağın işlenmesini ve ürün alınmasını sağlarken,
diğer yönüyle de devletin asker ihtiyacının karşılanmasını sağlıyordu.
İnalcık, Tarihçi’nin Kutbu’nda sistemi şöyle anlatıyor: “Osmanlı
Sırbistan’a, Arnavutluk’a, Bulgaristan’a gittiği zaman, diyelim 20-30
köyü olan bir soylu asker var; Osmanlı 30 köyün 20’sini elinde bırakmış,
fakat kendisini tımar, zeamet sahibi olarak kaydetmiş defterlere.
Başlangıçta dinlerini değiştirmesini de istememiş. Mesela Arnavutluk’ta
eski Hıristiyan feodallerin yüzde 35’i Osmanlı tımar sipahisi. Bu,
Osmanlı yayılışını, egemenliğini kolaylaştıran bir yöntem. Vesikalarda
birkaç nesil tımar sahiplerini Hıristiyan olarak görüyoruz.” Peki, sonra
ne oluyor. “Müslümanlarla savaşa gidip gelmek onları İslam’a
ısındırıyor; ordunun sahada namazgahta namaz kıldıklarını görüyor,
zamanla Müslümanlaşıyorlar. Öyle ki, Hıristiyan tımar, zeamet sahipleri
arasında sancakbeyi olanlar var, sonra Müslüman oluyorlar.”
Farklı kaynaklar Osmanlı Ordusu’nda yer alan Hıristiyan askerlerin
sadece tımarlı sipahiler grubunda yer almadığını gösteriyor. Graf
Marsigli, 1934 tarihli “Osmanlı İmparatorluğu’nun Zuhur ve Terakkisinden
İnhitatı (Gerileme) Zamanına Kadar Askerî Vaziyeti” başlıklı
çalışmasında sefere çıkan Osmanlı ordusunun sadece kapıkulu askerleri ve
tımarlı sipahilerden ibaret olmadığını belirtiyor. “Bunların dışında
Kırım Hanlığı’na ve salyaneli (Eflak ve Boğdan) eyaletlere bağlı
askerler ile Fransız, Ulah ve Moldovalı askerler de Osmanlı ordusu ile
birlikte sefere katılırdı.”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin İstanbul’un Fethi
maddesinde konuya ilişkin birkaç satır bulmak mümkün. “Osmanlı ordusunda
bilhassa toprak altında tünel kazan (lağımcı) grup arasında 300 kadar
Sırp madencinin bulunduğu, ayrıca Alman, Bohemyalı, Macar ustaların
görev yaptığı belirtilir. Silah ve teçhizat yönüyle çok kuvvetli olan
orduda asıl gücü Anadolu ve Rumeli tımarlı askerler teşkil
etmekteydi.(Prof. Dr. Ferudun Emecen)”
Dr. Erhan Afyoncu, sorularla Osmanlı İmparatorluğu kitabında yağma
için gelmiş olan Hıristiyanlara işaret ediyor. “Osmanlı askerleri şehre
durdurak bilmeden saldırıyorlardı. Fatih ilk olarak azapları ve
ordusundaki Hıristiyanları surlara saldırttı. İşin en garibi Avrupalı
Hıristiyanlardan Bizans’a birkaç yüz kişilik yardım gelmişken, Osmanlı
ordusunda Alman’dan Macar’a, Hırvat’tan Sırp’a kadar binlerce Hıristiyan
vardı. Hatta ganimet almak umuduyla şehre saldıran bu Hıristiyanların
içerisinde Rum kökenli olanlar bile bulunuyordu…”
Yıldırım Beyazıt’la Ankara’da savaşan Timur, Osmanlı ordusundaki
Hıristiyan askerleri diline dolamaktan geri kalmaz, sırf bu nedenle
Osmanlı ordusunu kâfir ilan etmeye kadar gider. Fethettiği topraklarda
kalıcı yönetimler kurmak peşinde olan Osmanlı için Hıristiyan askerlerin
pek sorun edilmediği anlaşılıyor. Yüzbinlik orduda sayısal ve etkinlik
bakımdan bir şey ifade etmeyen Hıristiyan asker, Osmanlı
kurumsallaşmasının tamamlanmasından sonra (Kanuni dönemi) görülmez.
Halil İnalcık’ın da belirttiği gibi birkaç asır içinde zaten hepsi
Müslüman olmuşlardır.
Bu konuda alıntı yapılacak pek çok kaynak olmakla birlikte neredeyse
tüm çalışmalar Halil İnalcık’ın o meşhur çalışmasına dayanıyor. En
büyük heyecanı Balkan halkları yaşamış. Çünkü Osmanlı devrine köle
olarak girmediklerini, askerî sınıfta Osmanlı ile beraber olduklarını
öğrenmişlerdir. Fakat tımar sisteminin bir sonucu olarak İstanbul’un
fethinde binlerce Hıristiyan askerin katılmış olması, bizim için çok bir
anlam ifade etmiyor olmalı ki popüler bir karşılığı, fetih günlerinde
hatırlanmışlığı yok. Ayrıca herkesin söz söyleyebileceği bir alan
olmayıp, Halil İnalcık konunun neredeyse tek otoritesi konumunda.
Konuyu tarihçilerle konuşmak istediğimizde bunu daha iyi anlıyoruz.
Osmanlı Tarihi ile ilgili kapsamlı bir kitabı da bulunan, daha çok
toplumsal tarih çalışmalarıyla da bilinen bir tarihçiye soru
yönettiğimizde “Halil İnalcık’ın söylediği üzerine bir şey söylemek ya
da onu tasdik etmek bize düşmez” diyor. Ünlü bir başka tarihçi de
‘binlerce’ sözüne itiraz etmekle birlikte “hocayla ihtilaflı duruma
düşmek istemem” diyerek görüş vermek istemiyor.
Büyük saygı duyduğunu belirtip Halil İnalcık’ın söylediklerine açık
olarak şerhini koyan kişi Osmanlı ve İslam Hukuku uzmanı Prof. Dr.
Ahmet Akgündüz oluyor. Akgündüz’e göre bomba yapımı, köPage Rankingü
inşası, istihbarat gibi teknik ve destek hizmetlerinden yardımcı kuvvet
olarak Hıristiyanlar kullanılmıştır ama savaşan grup tamamen
Müslümanlardan ibarettir. Akgündüz, Osmanlı askeriye sisteminde
Hıristiyan ve Yahudilerin cizye vererek askerlik hizmetinden muaf
kılınması geleneğinin Tanzimat’tan sonra bile korunduğunu, ancak
ittihatçılarla bozulduğunu söylüyor.
Akgündüz, Halil İnalcık’ın bu yorumuna katılmıyor. Bunun bir
araştırmadan çok ‘teori’ olarak nitelendirilebileceğini söylüyor. Büyük
hürmet beslediği hocaya bu konuda katılmamasının sebebini hocanın İslam
Hukuku alanında herhangi bir yetkinliği olmaması olarak gösteriyor.
Akgündüz, Osmanlı tarihini anlamada İslam Hukuku çalışmalarının çok
önemli olduğunu belirtirken, Halil İnalcık da bu durumun zaman zaman
eksik yorumlara yol açtığını dile getiriyor. Bir sempozyumda Halil
İnalcık’la ayaküstü bir görüşmesinde, bu görüşlerini kendisine
ilettiğinde her zaman olduğu gibi olgunlukla karşıladığını da ekliyor.
Eğer İnalcık haklıysa bir dua da onlara göndermek gerekiyor.
Toprağınız bol olsun!
BALKANLAR’I ANLAMAK iÇiN OSMANLI OKUYORLAR
Anadolu’dan önce Balkanlar’a yönelen ve orada kendine özgü bir
sistem kuran Osmanlı, kurduğu sistem ve sağladığı barış (Pax Otamana)
ile bugün dünyanın ilgi odağı. Amerika’da okutulan ülke tarihlerinin
başında Osmanlı geliyor. Prof. Dr. Cemal Kafadar’a göre bunun basit bir
nedeni var. “6 asırlık olaysız Balkan sistemini anlamak.” Prof. Dr.
Halil İnalcık’la birlikte Amerika’da bu ilginin doğuşuna sebep olan
Prof. Dr. Kemal Karpat’a göre yakın tarihte yaşananlar gözleri
Osmanlı’ya dikti. “Son 15-20 yıl içinde Balkanlar’da ve Rusya’da
çöküntüler meydana geldi ve buralarda milliyetçilik ortaya çıktı.
Sovyetler’in bütün gayretlerine rağmen orada yaşayan 130-140 kavimi 70
sene boyunca asimile edememesi ve nihayet bu rejimin çökmesinden sonra
yeni cumhuriyetlerin ortaya çıkması şu düşünceyi doğurdu: Sovyetler
bütün imkanlara sahip olmasına rağmen bu milliyetleri memnun edemedi.
Diğer taraftan Osmanlı’ya bakıyorsun; çeşitli milliyetlerden kurulu
olmasına rağmen 600 sene ayakta durdu.” Üstelik Balkanlar’da 1990’dan
sonra olaylar aynı meseleyi şiddetli ve aktüel bir şekilde ortaya
çıkarmış, Sırp Boşnak’ı Hırvat Sırb’ı, Makedon Arnavut’u öldürmektedir:
“Bakıyorsunuz ki Osmanlı’da bu yok. Osmanlı döneminde Balkanlar’da ve
Rusya’da bu gibi milliyetler arasında kavgalar olmadı. İşte bu nedenle,
‘Osmanlı bu kadar farklılığı bir arada nasıl tutabildi, anlayalım
bunu, nesi vardı bu adamların’ demeye başlandı.”