Hoş Geldiniz
CLick FoRuM

Join the forum, it's quick and easy

Hoş Geldiniz
CLick FoRuM

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    ...Tüm Yönleriyle Zeka...

    heavenskhan
    heavenskhan


    Mesaj Sayısı : 120
    İtibar : 0
    Kayıt tarihi : 31/05/10
    Yaş : 32
    Nerden : Adapazarı

    ...Tüm Yönleriyle Zeka... Empty ...Tüm Yönleriyle Zeka...

    Mesaj tarafından heavenskhan Ptsi Mayıs 31, 2010 1:42 pm

    Düşünme ve planlama yeteneğinin insan zekâsına özgü
    bir nitelik olduğuna inanılır. Mantık unsurunun salt insanlarda
    bulunduğu ve bu nedenle de bizi diğer canlı türlerinden ayırdığı
    düşünülür. Oysa son yirmi yıldır, bu entelektüel üstünlük konusuna
    kuşkuyla yaklaşılıyor. Artık birtakım araştırmacılar bazı hayvanların
    da düşünebileceğini ileri sürüyorlar. Aynı zamanda, insan soyunun
    görünürdeki beyinsel zaferlerinin öğrenme kapasitesinden çok, doğuştan
    var olan bir tür programlamadan kaynaklandığına inanılıyor.

    Hayvan zekâsıyla ilgili en çarpıcı bulgu 1904 yılında
    Akıllı Hans adlı atla ilgili bir araştırmada elde edildi. İnsanlar
    kadar akıllı olduğu düşünülen bir hayvanın gizemini ortaya çıkaran
    araştırmacı Oskar Pfungst, bu durumu şöyle betimlemişti: Bu konuda uzun
    süre araştırılan şey sonunda bulundu. Bir at aritmetik problemlerini
    çözebiliyor. Bu hayvan uzun süren eğitimler sonunda soyut düşünce
    düzeyine ulaşabildi.
    Hans aynı zamanda günlük Almancayı okuyabiliyor ve anlayabiliyordu.

    Uzman gruplar at üzerinde denemeler yaptıktan sonra
    Pfungst'un deney sonuçlarının doğru olduğu saptandı. Pfungst, aylarca
    hayvanı inceledikten sonra Hans'ın zekâsının nereden kaynaklandığını
    belirledi: Hayvan ayağındaki nal sayısını gösteren sayıya yaklaştıkça
    izleyicilerden gelen tepkiler ve seslerin artması onu yönlendiriyordu

    Hans'la ilgili bu bulgular, daha önce hayvanların
    düşünce biçimleriyle ilgili çalışmalardan geri adım atılması anlamına
    geliyordu. Bu olaydan önce, hayvanlara mantık ve düşünme gücü atfetmek
    yaygındı.

    İngiliz karşılaştırmalı psikoloji uzmanı George
    J.Romanes 1888 yılında yazdığı Animal Intelligence (Hayvan zekâsı) adlı
    yapıtında bu düşünme çıtasını o kadar alçattı ki onun iddiaları
    doğrultusunda bir deniz kabuğu bile mantıklı sayılabilirdi. Romanes,
    içgüdülerin devreye girmemesi durumunda mantığın arabulucu olması
    gerektiğini düşünmüştü.

    Ancak Akıllı Hans olayından sonra davranış psikolojisi
    uzmanları İngilizce konuşulan dünyada hayvanlar üzerindeki denemelerle
    ilgilenmeye başladılar.
    Bu bakış açısı yalnız hayvanlarda değil insanlarda da içgüdü, bilinç,
    düşünce ve özgür iradenin yadsınmasına yol açtı. Davranış
    psikolojisinin kurucusu olan Amerikalı psikolog John B.Watson
    ' a göre, tüm insan ve hayvan davranışları şartlanmanın
    ürünüydü. Watson insanların, eğitimle çok yüksek düzeyde sözel
    alışkanlıklar geliştirebilmelerine rağmen gerçek anlamda
    düşünmediklerini belirtiyordu.
    Romanes'in görüşünün tersine Watson, hatta öğrenmenin de anlama
    gerektirmeden otomatik bir davranış olabileceğini ileri sürdü. Watson'a
    göre, klasik şartlanma da içsel bir uyarı - tepki refleksini yeni bir
    uyarıcıyla ilişkilendiriyor. Örneğin, böylece, bir köpeğe zil
    çaldığında ya da ışık yandığında bunun yiyecek anlamına geldiği
    öğretilebiliyor. Davranış psikolojisindeki diğer öğrenme türünde ise,
    davranışların ödüllendirilmesi doğrultusunda hayvanların deneme yanılma
    yöntemiyle keşfetmeleri ve bu verilerin yeni davranış biçimleri
    geliştirmelerine yol açması pek beklenmiyor. Her iki durumda da anlama
    gerekmiyor. Türlere özgü öğrenme programlarıyla ilgili daha sonraki
    keşifler bile davranış öğretisine büyük darbeler indirmesine rağmen
    hayvanların bu pasif öğrenme mekanizması görüşünde fazla değişiklik
    yapamadı.



    Düşünce için hangi ölçütler
    geçerli?



    Romanes'in ikna edici olduğunu düşündüğü davranış
    biçimleri artık pek fazla gerçekçi bulunmuyor. Örneğin, kuşların ve
    böceklerin hayli karmaşık yuva kurma yöntemlerinin tamamen doğuştan
    kaynaklandığı biliniyor. Yuva yapma alışkanlığının uygulamalarla
    geliştiği ve deneyim kazanıldıkça yuva için daha iyi yerlerin bulunduğu
    doğru ancak hayvan işe koyulmadan önce bu yöndeki davranışını
    belirleyecek temel unsurların doğuştan var olduğu yadsınamaz.
    Gerçekte, bizleri son derece etkileyen karmaşık uyum davranışları da
    öğrenilemeyeceği için bunlara doğuştan sahip olunduğu düşünülüyor. Aynı
    zamanda davranış öğretisini savunanların da gösterdiği gibi, öğrenme
    otomatik olabiliyor. Gerçekte şartlanma, doğuştan gelen karmaşık
    olasılıkların bir bileşkesi şeklinde düşünülüyor. Buna göre, anne
    babasının arkasından giden küçük ördek neyi niçin yaptığını anlasa bile
    yavru kuşun önüne konulan oyuncak bir trenin arkasından gitmesi
    herhangi bir anlama gerektirmiyor. Bu bulgular ışığında da, davranışı
    değiştirmeye yönelik öğrenme eyleminin, düşünmenin açık bir kanıtı
    olarak algılanamayacağı ortaya çıkıyor.



    Düşünmeyle ilgili ipuçları



    Bir hayvanın düşünebileceğini ileri sürmek için,
    türlerin doğal tarihi ve doğuştan olan davranış eğilimlerini iyi bilmek
    gerekir. Hayvanların düşünceleriyle ilgili araştırmalara geçmeden önce
    onların bazı eylemlerini önceden planlayabildiklerini ileri süren bazı
    çalışmalardan söz etmek gerekiyor.
    1914 yılında Alman psikolog Wolfgang Köhler , Kanarya Adaları'nda
    maymunlarla ilgili bir araştırma merkezinde çalışıyordu. Köhler,
    şempanzelerine deneme ve yanılmadan çok, bilgiyle çözümlenebilecek
    problemler sundu. Örneğin, ilk önce, bir hevenk muzu maymunların
    erişemeyeceği bir yere astı; şempanze, muzu almak için birkaç başarısız
    girişimde bulunduktan sonra bir köşeye çekilip büzüldü. Ancak muzlara
    yeniden dönüp baktığında birden ortada bir kutu olduğunu gördü. Kutuyu
    hemen kapan maymun kutunun üzerine tırmanıp muzu aldı. Daha sonra ise
    muzlar daha da yükseğe asılarak kutuların üst üste konulması, kısa
    sopaların iç içe geçirilerek uzun bir değneğin oluşturulması gibi daha
    karmaşık yöntemler gerektiren denemelere girişildi. Köhler'in
    çalışmasına yönelik eleştiriler ise iki önemli noktaya dayanıyordu: Bu
    hayvanların daha önceki deneyimlerinin bilinmemesi, laboratuvarlarda
    eğitilen şempanzelerin tırmanabilmeleri için kutuların ve değneklerin
    yapımı için gereken sopaların bulunmasıydı.

    1940'lı yıllarda Berkeley'deki California
    Üniversitesi'nden Edward C.Tolman ' ın uyguladığı testler bu
    tür sorunlar içermiyordu. Tolman'ın deneyinde, T şeklindeki bir
    labirentin her iki ucuna aynı yiyecek konularak, hayvanın herhangi bir
    şeyi önceden öğrenmesine gerek kalmadan yiyeceğe ulaşması gözlendi. İlk
    denemede sol kol karanlık, dar bir kutuya uzanırken, sağ kol ise
    beyaz, geniş bir kutunun içine sokulmuştu. (Fareler içgüdüsel olarak
    karanlık ve dar kutuları yeğlerler). Başka bir gün ise fare başka bir
    odada karanlık ve dar bir kutuya sokularak hayvana elektroşok
    uygulandı. Üçüncü gün elektroşokun etkisi altındaki farenin baştaki
    labirentine döndüğü görüldü. Şartlanma teorisine göre, herhangi bir
    davranış öğretilmeyen fare labirentte rasgele keşfe çıkar. Buna
    alternatif olarak, içgüdüleri doğrultusunda dar ve karanlık kutunun
    yerini öğrenmiş olması gerekir. Ancak farenin doğrudan labirentin
    sağına gidip beyaz kutuya yöneldiği görüldü.

    Tolman'ın görüşüne göre fare görünüşte birbiriyle
    ilintisiz ve bağımsız deneyimlerden yararlanarak bir plan hazırladı.
    Amerikalı bilim adamı bu planı da, bilgiye dayanan harita olarak
    adlandırdı. Bu bakış açısı şempanzelere uygulandığında, görünüşte
    herhangi bir deneme/yanılma yöntemi olmadan muzların altına kutuyu
    çekmek için kutularla neler yapılabileceğiyle ilgili bilgiyi muzların
    arzu edilebilirlik derecesiyle ilişkilendirmek gerekir. Deneme/yanılma
    yöntemi olmadan şempanzeler basit bir plan üretmek zorunda kaldılar. Bu
    da, en basit şekliyle hayvan düşüncesinin bir göstergesi sayılabilir.



    Bilgiye dayalı haritalar



    Bilgiye dayanan haritaların arılar ve örümcekler için de
    geçerli olduğu yönünde kanıtlar bulunmasına rağmen, hayvanların
    düşünceleriyle ilgili çalışmaların kuşlar ve maymunlar üzerinde
    yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu konuda en önemli kanıt ise bazı
    hayvanların kavramlar oluşturabilme yeteneğidir. Buna örnek olarak,
    Harvard Üniversitesi'nden Richard J.Herrnstein 'ın
    güvercinlerle yaptığı deneydir. Herrnstein'ın deneyinde laboratuvarlarda
    eğitilen güvercinlere ağaç, balık ya da yaprak gibi nesnelerin
    diyapozitifleri gösterilmiştir. Daha sonra kuşlar, örneğin ağaç resmini
    gagaladıklarında, yiyecekle ödüllendirilmişlerdir. Deney sırasında
    kuşların, ödüllendirilen slaytların ortak özelliklerini belirleyinceye
    kadar öğrenme sürecinin son derece yavaş olduğu gözlenmiştir. Bazı
    durumlarda güvercinler, yüzlerce resim arasından ödüllendirilen
    görüntülerin hepsini hatırlama yöntemine başvurmalarına rağmen çoğu kez
    ortak özellik üzerinde odaklanarak başka bir slayt setinde de başarı
    sağlayabilmişlerdir. Öte yandan, kuşların yuvalarının yolunu bulmak için
    de çeşitli zihinsel haritalar geliştirdikleri bilinmektedir. Bunların,
    bilinen bir yerden başka bir yere gitme yeteneği gerçek bir 'bilgiye
    dayanan harita' örneği olarak gösterilmektedir.



    Yiyecek bulma yeteneği



    Doğuştan var olan çeşitli yeteneklerin kullanımı basit
    düşüncenin kanıtı olabilir. Örneğin, Kuzey Amerika'da yaşayan bir cins
    olan yağmurkuşlarının , düşmanlarını yumurtalarından uzak tutmak için
    ötmekten kırık kanat taklidi yapmaya kadar çeşitli kurnazlık
    yöntemlerine başvurdukları görülmektedir.
    Örneğin, bir tilki doğrudan yuvaya yaklaştığında kuşun oldukça karmaşık
    bir gösteri olan kırık kanat taklidi yöntemine başvurduğu saptanmıştır.
    Öte yandan bazı araştırmaların sonuçları, kuşların çok iyi planlama
    yöntemleri bildiklerini ortaya koyuyor. Bunlardan biri de,
    balıkçılların balıkları avlamak için geliştirdikleri sisteme dayanıyor.
    Balıkçıl kuşları avlarını elde etmek için suya bir parça yem
    atıyorlar; balıklar yaklaştığında da hemen harekete geçerek onları
    avlıyorlar. Bu avlanma yönteminin yüksek başarı derecesi ve buna rağmen
    balıkçıl kuşları tarafından çok fazla kullanılmaması kuşların bunu
    doğuştan bilmesini olanaksız kılıyor. Kuzgunlar üzerinde yapılan daha
    kontrollü bir deneme ise Vermont Üniversitesi'nden Bernd Heinrich
    tarafından gerçekleştirildi.

    Heinrich, elde yetiştirilmiş kuzgunları etrafı çevrili
    bir alan içerisinde kapatarak onların öğrenme yeteneklerini
    değerlendirdi. Bu deney için tüneklere, uçlarına et parçaları bağlı
    sicimler astı. Sicimler, kuzgunların bulundukları yerden uzanıp et
    parçalarını rahatlıkla alamayacakları kadar uzundu.

    Kuşlar birkaç kez bulundukları yerden sicimlere doğru
    uçup et parçalarını kapmaya çalıştılarsa da yemler çok iyi korundukları
    için hamlelerinde başarılı olamadılar. Hayvanlar birkaç başarısız
    girişimden sonra Köhler'in şempanzeleri gibi vazgeçtiler.

    Test başladıktan altı saat sonra kuzgunlardan biri
    birdenbire sorunu çözdü. Hayvan tüneğin üzerinden aşağı doğru uzandı ve
    sicimi olabildiğince yukarı doğru çekerek tüneğin üzerinde bir küme
    haline getirdi; daha sonra tekrar aşağıya doğru uzandı ve diğer sicim
    için aynı uygulamayı yaptı. Böylece etleri tüneğe yaklaştırıncaya kadar
    bu işlemlerini sürdürdü. Kuzgunlarla ilgili bu deneyde de Köhler'in
    şempanzelerinde olduğu gibi deneme ve yanılma için zaman yoktu.
    Bu ilk girişimin ardından ikinci kuzgun da sorunu çözdü. Bu hayvan
    türdeşinin daha önceki hareketlerini inceleme fırsatı elde etmiş
    olmasına rağmen kendisi çektiği sicimleri bir yumak haline getirmek
    yerine düz şeritler halinde sıralamayı tercih etti. Bir başka kuş ise
    ete ulaşıncaya kadar sicimleri tüneğe bağladı. Kuşlardan yalnızca bir
    tanesi et parçalarını nasıl elde edeceğini bilemedi.



    Öğrenme ve oyun
    Kuzgun ların karşılaştıkları sorunları çözmeye yönelik
    yöntemleri birbirlerinden öğrenmek yerine bu konuda bağımsız davranışlar
    sergilemeleri şaşırtıcı gelebilir. Gerçekte, maymunların dışında diğer
    canlıların gözleme dayanan öğrenme yöntemleri geliştirdiklerine dair
    pek fazla kanıt yoktur. Araştırmacıların çoğunun başlangıçta
    benimsedikleri yöntemlerin gözlemlenerek öğrenilmesi olgusu daha sonra
    'sınırlı alanda güç kazanma' teorisine dönüşmüştür.
    Bu satırların yazarları tüm kedi ve köpek meraklıları gibi uzun süre
    hayvanların birbirlerinin davranışlarını ender olarak taklit
    ettiklerinden kuşku duydular. Örneğin, kedinin odadan çıkabilmek için
    kapalı olan kapının tokmağına atlayıp durması insan davranışını taklit
    etmek şeklinde algılanabilir. Oysa gerçekte, dikey atlayışlar
    kemirgenlerin doğuştan bilinen davranışlarının bir parçasıdır. Bu örnek
    diğer pek çok taklit eğilimi gibi doğuştan olan ya da şartlı davranışın
    'sınırlı alanda güç kazanması' yöntemiyle yeni bir mekanda
    uygulanmasıdır.

    Zeki hayvanların paylaştıkları diğer bir davranış şekli
    ise oyundur. Örneğin, ahtapotlar denizin üzerinde dalgalanan nesnelerin
    arkasından jet hızıyla yüzerler. Papağanlar yüzerler ve kartopu
    yaparlar. Yunuslar ve balerinler suyun içinden havaya zıplarlar.
    Kuzgunlar birbirlerine taş atarlar ve oluşturdukları dev kartoplarını
    birbiri ardı sıra yuvarlarlar.

    Maymunlar i se maskaralıklarıyla ünlüdürler. Bunların
    yeğledikleri oyun türleri arasında, akarsu kenarlarında ağaç dallarında
    sarkarak gürültü patırtıyla su sıçratmak ya da yapraklarla gözlerini
    örterek körebe oyununu oynamak sayılabilir.Sonuç olarak, bu hayvanların
    kafasından neler geçtiğini bilmesek bile en katı gözlemcinin dahi bu
    davranışların can sıkıntısını gidermeye yönelik basit eylemlerden çok
    daha öte zeka pırıltıları olacağını düşünmesi kaçınılmazdır.

    Zekâyla ilgili görüşler
    Dil faktörü düşünce ve bilinçle ilgili tartışmalarda hep
    baskın olmuştur. Hatta bazı felsefeciler, bilinçli aklın yaratısı,
    planlama ve düşünme için gerekli bir araç olarak gördükleri dilin salt
    insana özgü olduğunu söyleyebilecek kadar ileri gitmişlerdir.
    Maymundan arıya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kaplayan canlı
    türlerinin kullandığı sembolik dile ise temkinli yaklaşılmıştır. Ancak
    son zamanlarda hayvanların sözel olmayan planlama yöntemlerine sahip
    olduğunu gösteren güçlü kanıtlar uzmanların bu yöndeki katı
    görüşlerinin biraz yumuşamasına yol açtığı gözlenmektedir. Bu arada
    sessiz harflerin tanıma, dil ve gramer yeteneğinin büyük ölçüde
    doğuştan kaynaklandığının ortaya konması insanoğluna biçilen üstün
    görüntüyü önemli derecede sarsmıştır.

    Tür olarak insanoğlunu diğerlerinden ayıran genetik
    özelliğin, yarasaların sesin yankılanmasından yararlanarak kendilerinin
    ya da başka bir şeyin yerini belirleme yeteneğinden daha karmaşık
    olmadığı varsayılmaktadır .

    Ancak insanoğlunu şaşırtıcı bir entelektüel potansiyelle
    donatan dil, ona iletişim yeteneğiyle beraber planlama ve mantık
    yürütebilme özelliğini de sunmaktadır. Öte yandan, yeryüzünü
    paylaştığımız o büyüleyici hayvan türlerine baktığımızda ise
    insanoğlunun maymun soyunun değişik bir çeşidinden başka bir şey
    olmadığı görüşümüz ağırlık kazanmaktadır.
    heavenskhan
    heavenskhan


    Mesaj Sayısı : 120
    İtibar : 0
    Kayıt tarihi : 31/05/10
    Yaş : 32
    Nerden : Adapazarı

    ...Tüm Yönleriyle Zeka... Empty Geri: ...Tüm Yönleriyle Zeka...

    Mesaj tarafından heavenskhan Ptsi Mayıs 31, 2010 1:42 pm

    Zeka Konusunda Bilimsel Ortak Görüşler

    Zekanın Anlamı ve Ölçülmesi

    1. Zeka, diğer şeyler arasında, akil yürütme (mantıklı düşünme
    yeteneği), plan yapma, problem çözme, soyut düşünme, karmaşık fikirleri
    kavrama, çabuk ve deneyimlerden öğrenme yeteneklerini içeren genel bir
    zihinsel kapasitedir. Bu yetenek sadece kitaptan öğrenme, dar anlamda
    akademik bir beceri veya testten alınan yüksek puan anlamında değildir.
    Daha çok, çevremizdekileri anlamada-"varlıkları izleme" " anlamlandırma"
    veya "ne yapacağını aklında da biçimlendirme" yetenekleri ile ilgili ,
    geniş ve derin bir kapasiteyi yansıtır.

    2. Zeka, tanımlandığı gibi, ölçülebilir ve zeka testleri bu ölçme isini
    iyi biçimde yapar. Bu testler, psikolojik değerlendirme araçları ve
    diğer testler arasında en doğru ölçme yapanlar arasındadır. (Teknik
    terimlerle ifade edecek olursak geçerli ve güvenilir olarak ölçme
    yaparlar). Bunlar, yaratıcılığı, karakteri, kişiliği veya bireyler
    arasındaki diğer önemli farklılıkları ölçmezler veya ölçmeyi
    amaçlamazlar.

    3. Farklı tipte zeka testleri olmakla beraber, bu testlerin hepsi de
    ayni zekayı ölçer. Bazıları sözcükleri ve sayıları kullanır, belli bir
    kültürel bilgiyi (sözcük dağarcığı gibi) gerektirir. Diğerleri ise, bu
    biçimde değildir ve onun yerine şekilleri, biçimleri kullanır ve
    yalnızca basit, evrensel kavramların (çok/az, açık/kapalı, yukarı/aşağı)
    bilgisini gerektirir.

    4.İnsanların zeka bölümleri (ZB/IQ) düşükten yükseğe doğru yayılan "çan
    eğrisi" denilen (istatistiksel terimle "normal dağılım eğrisi") bir eğri
    ile iyi bir biçimde temsil edilebilmektedir. İnsanların büyük bir kısmi
    ortalama bir zeka bölümü (ZB 100) etrafında yığılır. Çok az sayıda
    insan çok yüksek ve çok düşük zeka düzeyine sahiptir. Amerikalıların
    %3'ünün 130'un üzerindedir. (Bu değer "üstün zeka"nin eşik değeri olarak
    kabul edilir). Ayni oran, zeka bölümü 70'in altında kalanlar için de
    söz konusudur. ZB=70-75 arası ise zeka geriliği için eşik değer olarak
    kabul edilir.

    5. Zeka testleri, Amerikalı zencilere karsı veya A.B.D.'de yasayan,
    diğer Amerikan yerlisi ve İngilizce konuşan kişilere karsı kültürel
    olarak yanlı değildir. Aksine genellikle ZB puanları irk ve sosyal sınıf
    farkları gözetmeden-tüm Amerikalılar için eşit doğruluk derecesinde
    yordama yapar. ingilizceyi iyi anlamayan bireylere, ya sözel olmayan bir
    test veya kendi dilinde bir zeka testi verilebilir.

    6. Zekayı belirleyen beyin süreçleri halen çok az anlaşılmıştır. Son
    araştırmalar, örneğin, nöronların iletim hızına, glikoz (enerji)
    emilimine ve beynin elektriksel aktivitesinin etkisine eğilmektedir.

    Grup Farklılıkları

    7. Değişik (ırksal-etnik) grupların çan eğrileri büyük ölçüde birbirleri
    ile çakışmakla beraber bu grupların, üyelerinin ZB açısından nerede
    yığılma eğilimi gösterdikleri ise farklılaşır. Bazı gruplar için (Musevi
    ve Doğu Asyalılar için) çan eğrileri, genelde beyaz ırktan olanlara
    göre biraz daha yüksek puanlarda yığılmıştır. Diğer gruplar (Zenciler ve
    İspanyollar), İspanyol olmayan beyazlardan biraz daha düşük zeka
    puanlarında yığılmışlardır.

    8. Çan eğrisi, beyaz irk için, daha çok ortalama, 100 civarında
    toplanırken Amerikalı zenciler için bu eğri daha çok ortalama, 85
    civarında değer verir. İspanyolların farklı alt grupları için, çan
    eğrileri, zencilerle beyazlar arasındaki bir değerde yığılmışlardır. Bu
    kanıt, çan eğrisinin ZB=100 ve üzerinde yığıldığı Musevi ve Doğu
    Asyalılar için daha az kesindir.

    Pratik Önemi

    9. ZB, ölçülebilen diğer psikolojik özellikler içinde, eğitimsel,
    mesleki, ekonomik ve sosyal sonuçlarla güçlü ilişkileri gösteren, belki
    de tek özelliktir. ZB, yasamın bazı alanlarında, (eğitim, askeri talim)
    bireylerin sosyal refahı ve performansı ile çok güçlü bir biçimde,
    ilişki gösterirken, bazılarında (sosyal yeterlik-social competence) orta
    düzeyde fakat daha güçlü, ve diğerlerinde (kanunlara bagli hareket
    etme/kalma-law-abidingness) daha az fakat tutarlı ilişki göstermektedir.
    ZB testlerinin ölçtüğü özelliğin, pratik ve sosyal açıdan önemi
    büyüktür.

    10. Yüksek bir zeka bölümüne sahip olmak yasamda bir avantajdır. Çünkü,
    hemen her türlü etkinlik belli ölçüde akil yürütme ve karar vermeyi
    gerektirir. Bunun tersi, düşük bir ZB’ ne sahip olmak, özellikle iyi
    organize edilmemiş çevrelerde (disorganized environments)
    dezavantajlıdır. Şüphesiz, yüksek bir ZB’ ne sahip olmak, düşük ZB’ nün
    yasamda getirdiği başarısızlıktan daha fazla olarak basariyi
    garantilemez. Pekçik istisna dışında, Amerikan toplumunda, basari için
    artılar, yüksek ZB bireyler için büyük ölçüde tercih nedenidir.

    11. Yüksek bir ZB’ ne sahip olmanın getirdiği pratik avantajlar,
    özellikle, yasam durumları daha da karmaşıklaştıkça, (yeni, garip,
    belirsiz, aniden değişmiş, kestirilemeyen veya çok yönlü durumlarda)
    artar. Örneğin, yüksek ZB’lü biri genellikle daha üst düzey karmaşık
    islerde iyi çalışmak ihtiyacındadır (Profesyonel meslekler, isletme); bu
    kişiler orta düzey karmaşıklıktaki islerde daha avantajlıdır (el
    sanatları, müşteri hizmetleri ve polis mesleklerinde); fakat bu durum,
    sadece rutin karar vermeyi veya karışık problem çözmeyi (beceri
    istemeyen islerde) gerektiren islerde daha az avantaj sağlar.

    12. Eğitim, insan yetiştirme ve oldukça karmaşık islerdeki performansı
    etkileyen tek faktör zekadaki farklılıklar değildir; (Hiççimse de bunlar
    olduğunu iddia etmemektedir.) fakat zeka, çoğu zaman bu etkinliklerdeki
    en önemli faktördür. Bireyler yüksek (veya düşük) zeka düzeyinde
    bulunmalarına göre seçildiklerinde, kendi aralarında ZB bakımından o
    kadar çok fark yoktur, örneğin, mezuniyet sonrasında veya özel bir
    eğitimde olduğu gibi. Bu tür karsılaştırmalarda da, diğer etkenlerin
    performans üzerindeki etkisi daha çok ortaya çıkar.

    13. Belli kişilik özellikleri; özel yetenek, yeti ve beceriler, fiziksel
    özellikler, deneyim ve bunun gibi önemli özellikler pek çok iste
    basarili olmak için önemli bazen de gereklidir. Fakat bu özelliklerin,
    genel zeka ile karşılaştırıldığı ortamlarda, farklı ortamlara ve
    görevlere uygulanabilirliği ve taşınabilirliği daha sinirli (veya
    bilinmez) konumdadır. Bazı uzmanlar sözü edilen diğer insan
    özelliklerine, diğer "zekalar" olarak atıfta bulunmayı tercih ederler.

    Grup içi Farklılıkların Kaynağı ve Durağanlığı

    14. Zeka bakımından, bireyler arasındaki farklılıkların kaynağında hem
    çevrenin hem de kalıtımın etkisi vardır. Kalıtımla ilgili tahminler 0
    ile 1 arasındaki bir ölçekte 0.4 ile 0.8 arasında değişir. Bu sonuçlar,
    ZB farklılıklarının ortaya çıkmasında, çevreden çok, kalıtımın rol
    oynadığını göstermektedir (Kalıtımın etkisi, genotip ile fenotip
    arasındaki korelasyonun karesidir). Eğer tüm çevre koşulları her birey
    için eşit olsaydı, kalıtım etkisi % 100'e çıkardı. Çünkü ZB’ ne ilişkin
    geriye kalan tüm farklardan, genetik özelliklerin sorumlu olması
    gerekirdi.

    15. Ayni ailenin üyeleri de, hem genetik hem de çevre faktörleri
    yüzünden, zeka bakımından bir farklılık gösterme eğilimindedir. Aile
    üyeleri, biyolojik kız ve erkek kardeşler, genetik olarak farklıdırlar.
    Çünkü, Onlar ebeveynlerinin her biri ile tam olarak genlerinin yarısını,
    birbirleriyle de genlerinin sadece yarısını paylaşır. Ayrıca, kardeşler
    (ayni aile içinde farklı yaşantılar geçirdikleri için) ZB bakımından da
    farklıdır.

    16. ZB’ nün daha çok kalıtımın etkisi altında olması, onun çevreden
    etkilenmeyeceği anlamına gelmez. Bireyler sabit bir zihinsel
    kapasiteyle, yani değişmez zeka düzeyleri ile doğmazlar ZB düzeyleri,
    (çocukluk döneminde) aşamalı olarak artarak durağanlaşır ve genellikle
    bu noktadan sonra çok az değişiklik gösterir.

    17. Çevre, ZB farklılıklarını yaratmada önemli olmasına rağmen, düşük
    AB’lerini sürekli olarak artırmak için çevreyi nasıl değişimleyeceğimizi
    henüz bilmiyoruz. Bu konudaki son girişimlerin umut verici olup
    olmadığı, halen dikkate değer, bilimsel bir tartışma konusudur.

    18. Ne genetik (diyabetler, yetersiz büyüme ve fenil ketonüri durumları
    göz önüne alınınca) ne de çevresel nedenli (yaralanmalar, zehirlenmeler,
    bazı ihmaller ve hastalıklar) ZB farklılıkları, konusunda çaresiz
    değiliz. Bunların her ikisi de belli ölçüde önlenebilirdir.



    Gruplar arası Farklılıkların Kaynağı ve Durağanlığı

    19. ZB çan eğrisinin, farklı etnik-irk grupları için belli bir noktada
    birleştiğine dair ikna edici kanıtlar yoktur. Bazı yıllardaki
    araştırmalar, okul başarısındaki boşlukların, bazı ırklar, yaslar, okul
    dersleri ve beceri düzeylerinde birazcık daha dar olduğunu göstermiştir.
    Fakat bu tablo, ZB düzeylerinin kendisindeki genel bir değişikliği
    yansıtma bakımından çok karışık görünmektedir.

    20. ZB eğrilerindeki ırksal-etnik kaynaklı farklar, erken yaslarda
    liseyi terk edenlerle, birinci sınıfa girenlerde aynidir. Bununla
    birlikte zeki genç öğrenciler, ağır öğrenenlerden daha hızlı
    öğrendikleri için, ayni ZB farklılıkları, erken yaslarda, birinci sınıf
    ile 12. sınıf arasında öğrenme miktarındaki farklılıklarda artışa yol
    açar. Büyük çapta yürütülen ulusal araştırmaların göstermekte olduğu
    gibi, 17 yasındaki zencilerin okuma, matematik ve fen derslerinde
    performansı, ortalama olarak 13 yasındaki İspanyol beyazların
    performansına daha çok benzerdir.

    21. Zekada, zencilerin kendi aralarında farklı olmalarının nedenleri,
    beyazların kendi aralarındaki farklılıkların (veya Asyalı ve
    İspanyolların kendi aralarındaki) nedenleriyle temelde aynidir. Çevre ve
    kalıtımın her ikisi de bu gruplar arasındaki zeka farklılıklarında
    etkilidir.

    22. Çan eğrisinin bazı ırksal ve etnik gruplar için, neden farklı
    olduğuna ilişkin kesin bir cevap yoktur. Gruplar arasındaki ZB
    farklılıklarına ilişkin nedenler, herhangi bir gruptaki bireyler
    (zenciler,beyazlar veya Asyalıların içinde) arasında farklılıklara yol
    açan nedenlerden, oldukça farklıdır. Gerçekte, çoğunun yaptığı gibi, bir
    popülasyonda yüksek (veya düşük) ZB’lü bireylerin bulunma nedeniyle,
    diğer bir popülasyonda yüksek (veya düşük) ZB’li bireylerin bulunma
    nedenlerinin ayni olması gerektiğini varsaymak yanlıştır. Çoğu uzman,
    çevrenin bu çan eğrisini itmede önemli etkisi olduğuna inanmaktadır,
    fakat kalıtım da bunun içinde yer almış olabilir.

    23. Irksal-etnik farklılıklar, her nasılsa ayni sos yo- ekonomik yapıdan
    gelen bireyler arasında daha küçük fakat halen belirgin durumdadır.
    Zengin ailelerden gelen zenci öğrenciler, fakir ailelerden gelen zenci
    öğrencilerden daha yüksek ZB puanı alma eğilimindedirler.

    24. Kendilerini zenci olarak tanımlayan hemen tüm Amerikalılar beyaz
    kökene sahiptir ve beyaz ırktan karışıklığın ortalama % 20 olduğu
    Amerikalılardır. Kendilerini beyaz olarak görenler , İspanyol asıllılar
    ve bunun gibi diğerleri de karışık kökenlilerdir. Zeka konusunda,
    kendisini farklı ırksal kategorilere yerleştirmeyle ilgili yapılmış
    araştırmaların bulguları, çoğu sosyal bilim araştırmalarında da olduğu
    gibi, gruplar arasındaki bazı belirgin olmayan biyolojik ve sosyal
    ayrılıkların karışımı ile ilgilidir (Kimse tersini iddia etmemektedir).

    Sosyal Politikadaki Dogurguları

    25. Bu konudaki araştırma bulguları herhangi bir sosyal politik
    yaklaşımı ne salık vermekte ne de engellemektedir. Zira, araştırma
    bulguları, asla bizim amaçlarımızı belirleyemez. Bununla birlikte bu
    bulgular, farklı araçlarla, yollarla bu amaçları izlemedeki basarili
    olma derecesini ve yan etkilerini kestirmede yardımcı olabilirler.
    heavenskhan
    heavenskhan


    Mesaj Sayısı : 120
    İtibar : 0
    Kayıt tarihi : 31/05/10
    Yaş : 32
    Nerden : Adapazarı

    ...Tüm Yönleriyle Zeka... Empty Geri: ...Tüm Yönleriyle Zeka...

    Mesaj tarafından heavenskhan Ptsi Mayıs 31, 2010 1:42 pm

    Zekânın Tanımları Ve Tarihsel
    Gelişimi

    Zekâ, diğer pek çok psikolojik değişken gibi, doğrudan
    gözlenemeyen çok karmaşık yapılardan (construct) biri, hatta en
    önemlilerinden. Psikoloji bağımsız bir bilim dalı olmadan önce de zekâ
    ya da zekâ yerine konulan kavramlar üstüne çok şey söylendi ve yazıldı
    (Bu yazıda, bu tanım ve görüşler üzerinde durulmayacak) Bugünkü testler
    anlamında zekâyı ilk ölçme girişimi, Fransa'daki okullarda öğrenme
    güçlüğü olan çocukların normallerden ayrılması amacıyla geliştirilen
    Binet-Simon (1905) testiyle başladı. Binet'ye göre zekâ, bellek alanı,
    duyum keskinliği ve tepki hızı gibi basit zihni öğelerle değil,
    kavrama, hüküm verme, akıl yürütme (ve 'düşünceye belirli bir yön
    verme', 'düşünceyi arzu edilen bir gayenin gerçekleşmesine intibak
    ettirme' ile 'kendi kendini eleştirme/kendi yanlışlarını bulup
    düzeltme') gibi karmaşık işlemlerde kendini gösterir. Bu karmaşık zihni
    etkinlikleri duyumları ölçer gibi dakik olarak ve doğrudan doğruya
    ölçmek mümkün değildir. Bireyin zekâsı hakkında güvenilir bir fikir
    edinmenin yolu, bireyi çözümü yüksek zihni işlemlerin kullanılmasını
    gerektiren problemlerle karşı karşıya getirmek ve bireyin yaptıklarını
    objektif olarak saptamaktır. (Toker ve ark., 1968: s. 22-23).

    Binet-Simon ölçeği 1908 yılında yaşa göre tekrar
    düzenlendi ve bazı değişiklikler yapıldı. 1912 yılında Stern , bireyin
    zekâ yaşının takvim yaşına bölünmesiyle elde edilen Zekâ Bölümü
    'nü ( IQ ) önerdi. Binet-Simon ölçeği, ABD'de 1916 yılında
    Terman tarafından geliştirilerek, 3 ve 16 yaş grubu için
    standartlaştırıldı ve ölçek, Stanford-Binet Zekâ Ölçeği adını aldı.


    937 Terman ve Merrill revizyonunda da amaç, genel
    yeteneği ( g ) değerlendirmekti; soru sayısı 90'dan 129'a çıkarıldı ve
    L-M formları yapıldı. Sözel yeteneği ölçen sorular ağırlıkta
    olduğundan, Stanford-Binet testi, zekâdan çok okul başarısını ölçtüğü
    yönünde eleştirilmeye başlandı. 1960 Terman ve Merrill revizyonunda
    ise, Stanford-Binet testinde bir oran olan Zekâ Bölümü yerine,
    ortalaması 100, standart sapması 16 olan sapma IQ puanı kullanılmaya
    başlandı. Terman-Merrill 1973 revizyonunda, Stanford-Binet testinde pek
    fazla değişiklik yapmadı. 1986 revizyonunda (Thordike, Hagen ve
    Sattler), Stanford-Binet testine sayısal ve sözel yetenek yanında,
    soyut-görsel yeteneği ve kısa süreli belleği ölçen maddeler eklendi
    (Daniel, 1997). Tüm dünyada en yaygın kullanımda olan Wechsler
    ölçeklerinde de, zekânın bir bütün (g) olduğu sayıltısı yatar.
    Wechsler'e göre, zekâ, kişinin çevresini algılama, çevreyle başedebilme
    gibi yeteneklerini kapsayan genel bir doğal kapasitedir; zekâyı ölçen
    testler, maddelerle (item) o maddelere tepki veren birey arasında özel
    bir iletişim biçimidir.

    Tüm Wechsler ölçeklerinin yapıları hemen hemen tümüyle
    benzerdir: WPPSI (okul öncesi), WISC (çocuklar) ve WAIS (yetişkinler)
    ölçekleri genel olarak Sözel (genel bilgi, muhakeme, aritmetik,
    benzerlik, kelime hazinesi) ve Performans (resim tamamlama, resim
    düzenleme, küplerle desen, parça birleştirme, şifre) alt testlerinden
    türetilen bir tek puan sağlarlar.

    1939 Wechsler Bellevue Form I 'i 1944 yılında
    Form II takip etti; 1949 yılında 5-15 yaş grubu için Wechsler Çocuklar
    İçin Zeka Ölçeği (WISC); 1955 yılında 16 yaş ve üstü için Wechsler
    Yetişkinler Zeka Ölçeği (WAIS) geliştirildi. WISC'in 1974 revizyonunda
    (WISC-R) alt testlerin veriliş sırası karıştırılarak yaş grubu 6-16'ya
    çıkarıldı. WISC-R'ın 1974 versiyonu Savaşır ve Şahin (1988) tarafından
    kültürümüze uyarlanmış ve standartlaştırılmış olup yaygın bir şekilde
    kullanılmaktadır.
    Wechsler ölçeklerinin son revizyonlarında (WISC-III, 1991) genel zekâ
    (g) görüşü yerini korumakla birlikte; sözel kavrama, algısal
    organizasyon, işlem hızı ve çeldirilemezlik şeklinde 4 faktör puanı
    önerilmiş; WAIS-III'de ise, kapsama akıcı zekâ (yeni sorunları
    muhakeme) eklenmiştir (Daniel, 1997). Yukarıda kısaca özetlenen, yaygın
    kullanımda olan iki ölçekten başka, grup testleri olan ve I. Dünya
    Savaşı yıllarında kullanılan Ordu Alfa-Beta Testleri, Raven Standart
    İlerlemeli Matrisler Testi gibi daha pek çok zekâ testi de geliştirilmiş
    ve kullanılmıştır.



    Çoklu Zeka Kuramı

    Howard Gardner, 1983 yılında
    Frames of Mind adlı eserinde bir insanın en az 7 temel zeka alanına
    sahip olabileceği fikrini öne sürmüştür. Ona göre zeka, bir kişinin bir
    veya birden fazla kültürde değer bulan bir ürün ortaya koyabilme veya
    günlük ya da mesleki hayatında karşılaştığı bir problemi etkin ve
    verimli bir şekilde çözebilme yeteneği olarak tanımlar (Saban, 2000, s.
    36). Linda Campbell’ın Howard Gardner’dan aktardığına göre zeka;



    • Bireyin gerçek
      hayatta karşılaştığı problemleri çözme yeteneği

    • Çözmek için yeni
      problemler oluşturma yeteneği

    • Bireyin kendi
      kültüründe değer bulan bir şey yapma ya da bir hizmeti sunma yeteneği
      olarak tanımlanmıştır (Campbel & Campbel, Dickinson, 1996, s. XV)

    HOWARD
    GARDNER’ a göre zekanın özellikleri:



    • Her insan kendi
      zekasını artırma ve geliştirme yeteneğine sahiptir.

    • Zeka aynı zamanda
      değiştirilmekle kalmaz. Aynı zamanda öğretilebilir.

    • Zeka insandaki beyin
      ve zihin sistemlerinin birbiriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan çok
      yönlü bir olgudur.

    • Zeka çok yönlülük
      göstermesine rağmen kendi içinde bir bütündür.

    • Her insan çeşitli
      zeka alanlarının tümüne sahiptir.

    • Her insan, zeka
      alanlarından her birini belli bir düzeyde geliştirebilir.

    • Çeşitli zeka
      alanları, genellikle bir arada belli bir uyum içinde çalışırlar.

    • Bir insanın her
      alanda zeki olabilmesinin birçok yolu bulunmaktadır.

    Zekanın değişik, kısa
    tanımlamalarını yaptıktan ve çoklu zeka kuramının ortaya çıkma
    nedenlerini anlattıktan sonra tüm bireylerde var olan zeka alanlarını
    incelemeye geçebiliriz.


    Çoklu Kuramı Nedir?


    Çoklu zeka kuramı, bireysel
    farklılıkların önemli olduğu fikrinin geçerliliğidir. Bu kuramın
    eğitimde kullanımı, her bir öğrencinin özel ilgi ve yeteneklerine olduğu
    kadar bütün öğrencilerin öğrenme yollarını fark etmeye ve saygı
    göstermeye bağlıdır (Jasmine, 1996, s. 1). Çoklu zeka kuramı temelde
    çok kolay bir kuramdır. Kuramın merkezini, “Zeki olmanın bir ya da iki
    yolu yoktur.” önermesi oluşturur. Zeki olmanın birden fazla yolu
    vardır. Farklı öğrencilerin farklı zeka alanlarına sahip olduklarını
    fark ederek bu öğrencilere farklı şekillerde ulaşmayı deneyebiliriz.
    Zeki olmanın birden çok yolu varsa, öğretimin de birden fazla yolu
    vardır (Kagan & Kagan, 1998, s. 1.1)

    Biz eğitimciler olarak,
    öğrencilerimiz gelişirlerken onların kelimelerle ve sayılarla daha
    becerikli hale geldiklerini her zaman fark ederiz. Geleneksel olarak bu
    gelişimi sağlamayı bizim misyonuz kabul ederiz. Geleneksel eğitim
    okuma, yazma ve aritmetik tarafından esir alınmıştır. Çoklu zeka
    kuramının ortaya atılmasıyla birlikte kelimeler ve sayılar konusundaki
    gelişmenin resim, müzik, kişiler arası gibi alanlardaki gelişmeyle
    paralel gitmediklerini fark ettik (Kagan & Kagan, 1998, s.1.2).

    Çoklu zeka kuramı,
    bizleri başarılı kılmak için güçlendirmektedir. Bizler, başkalarını ve
    kendimizi çok farklı şekillerde görmeye başladık. Hiç kimse zeki ya da
    aptal değildir, her birimizin yegane, farklı zekaları vardır. Artık
    öğrencilerimize ne kadar akıllısın sorusunu sormayı durdurup, sen nasıl
    akıllısın sorusunu sormaya başladık. Öğrencilerimizin içindeki gizli
    kalmış hazineleri bulduk (Kagan & Kagan, 1998, s.1.2).

    Howard Gardner’ın
    1983 yılında yayımladığı Frames of Mind kitabında bu hazineler (zeka
    alanları) aşağıdaki şekilde belirtilmiştir. Dr. Gardner’ın teorisi,
    zekayı 7 kategoriye ayırmıştır (O’neill, 1996, s. 10.).

    1.Sözel dilsel
    2.Mantıksal Matematiksel
    3.Müziksel Ritmik
    4.Görsel Uzaysal
    5.Bedensel Kinestetik
    6. Kişilerarası
    7.İçsel

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 10:13 pm