Düşünme ve planlama yeteneğinin insan zekâsına özgü
bir nitelik olduğuna inanılır. Mantık unsurunun salt insanlarda
bulunduğu ve bu nedenle de bizi diğer canlı türlerinden ayırdığı
düşünülür. Oysa son yirmi yıldır, bu entelektüel üstünlük konusuna
kuşkuyla yaklaşılıyor. Artık birtakım araştırmacılar bazı hayvanların
da düşünebileceğini ileri sürüyorlar. Aynı zamanda, insan soyunun
görünürdeki beyinsel zaferlerinin öğrenme kapasitesinden çok, doğuştan
var olan bir tür programlamadan kaynaklandığına inanılıyor.
Hayvan zekâsıyla ilgili en çarpıcı bulgu 1904 yılında
Akıllı Hans adlı atla ilgili bir araştırmada elde edildi. İnsanlar
kadar akıllı olduğu düşünülen bir hayvanın gizemini ortaya çıkaran
araştırmacı Oskar Pfungst, bu durumu şöyle betimlemişti: Bu konuda uzun
süre araştırılan şey sonunda bulundu. Bir at aritmetik problemlerini
çözebiliyor. Bu hayvan uzun süren eğitimler sonunda soyut düşünce
düzeyine ulaşabildi.
Hans aynı zamanda günlük Almancayı okuyabiliyor ve anlayabiliyordu.
Uzman gruplar at üzerinde denemeler yaptıktan sonra
Pfungst'un deney sonuçlarının doğru olduğu saptandı. Pfungst, aylarca
hayvanı inceledikten sonra Hans'ın zekâsının nereden kaynaklandığını
belirledi: Hayvan ayağındaki nal sayısını gösteren sayıya yaklaştıkça
izleyicilerden gelen tepkiler ve seslerin artması onu yönlendiriyordu
Hans'la ilgili bu bulgular, daha önce hayvanların
düşünce biçimleriyle ilgili çalışmalardan geri adım atılması anlamına
geliyordu. Bu olaydan önce, hayvanlara mantık ve düşünme gücü atfetmek
yaygındı.
İngiliz karşılaştırmalı psikoloji uzmanı George
J.Romanes 1888 yılında yazdığı Animal Intelligence (Hayvan zekâsı) adlı
yapıtında bu düşünme çıtasını o kadar alçattı ki onun iddiaları
doğrultusunda bir deniz kabuğu bile mantıklı sayılabilirdi. Romanes,
içgüdülerin devreye girmemesi durumunda mantığın arabulucu olması
gerektiğini düşünmüştü.
Ancak Akıllı Hans olayından sonra davranış psikolojisi
uzmanları İngilizce konuşulan dünyada hayvanlar üzerindeki denemelerle
ilgilenmeye başladılar.
Bu bakış açısı yalnız hayvanlarda değil insanlarda da içgüdü, bilinç,
düşünce ve özgür iradenin yadsınmasına yol açtı. Davranış
psikolojisinin kurucusu olan Amerikalı psikolog John B.Watson
' a göre, tüm insan ve hayvan davranışları şartlanmanın
ürünüydü. Watson insanların, eğitimle çok yüksek düzeyde sözel
alışkanlıklar geliştirebilmelerine rağmen gerçek anlamda
düşünmediklerini belirtiyordu.
Romanes'in görüşünün tersine Watson, hatta öğrenmenin de anlama
gerektirmeden otomatik bir davranış olabileceğini ileri sürdü. Watson'a
göre, klasik şartlanma da içsel bir uyarı - tepki refleksini yeni bir
uyarıcıyla ilişkilendiriyor. Örneğin, böylece, bir köpeğe zil
çaldığında ya da ışık yandığında bunun yiyecek anlamına geldiği
öğretilebiliyor. Davranış psikolojisindeki diğer öğrenme türünde ise,
davranışların ödüllendirilmesi doğrultusunda hayvanların deneme yanılma
yöntemiyle keşfetmeleri ve bu verilerin yeni davranış biçimleri
geliştirmelerine yol açması pek beklenmiyor. Her iki durumda da anlama
gerekmiyor. Türlere özgü öğrenme programlarıyla ilgili daha sonraki
keşifler bile davranış öğretisine büyük darbeler indirmesine rağmen
hayvanların bu pasif öğrenme mekanizması görüşünde fazla değişiklik
yapamadı.
Düşünce için hangi ölçütler
geçerli?
Romanes'in ikna edici olduğunu düşündüğü davranış
biçimleri artık pek fazla gerçekçi bulunmuyor. Örneğin, kuşların ve
böceklerin hayli karmaşık yuva kurma yöntemlerinin tamamen doğuştan
kaynaklandığı biliniyor. Yuva yapma alışkanlığının uygulamalarla
geliştiği ve deneyim kazanıldıkça yuva için daha iyi yerlerin bulunduğu
doğru ancak hayvan işe koyulmadan önce bu yöndeki davranışını
belirleyecek temel unsurların doğuştan var olduğu yadsınamaz.
Gerçekte, bizleri son derece etkileyen karmaşık uyum davranışları da
öğrenilemeyeceği için bunlara doğuştan sahip olunduğu düşünülüyor. Aynı
zamanda davranış öğretisini savunanların da gösterdiği gibi, öğrenme
otomatik olabiliyor. Gerçekte şartlanma, doğuştan gelen karmaşık
olasılıkların bir bileşkesi şeklinde düşünülüyor. Buna göre, anne
babasının arkasından giden küçük ördek neyi niçin yaptığını anlasa bile
yavru kuşun önüne konulan oyuncak bir trenin arkasından gitmesi
herhangi bir anlama gerektirmiyor. Bu bulgular ışığında da, davranışı
değiştirmeye yönelik öğrenme eyleminin, düşünmenin açık bir kanıtı
olarak algılanamayacağı ortaya çıkıyor.
Düşünmeyle ilgili ipuçları
Bir hayvanın düşünebileceğini ileri sürmek için,
türlerin doğal tarihi ve doğuştan olan davranış eğilimlerini iyi bilmek
gerekir. Hayvanların düşünceleriyle ilgili araştırmalara geçmeden önce
onların bazı eylemlerini önceden planlayabildiklerini ileri süren bazı
çalışmalardan söz etmek gerekiyor.
1914 yılında Alman psikolog Wolfgang Köhler , Kanarya Adaları'nda
maymunlarla ilgili bir araştırma merkezinde çalışıyordu. Köhler,
şempanzelerine deneme ve yanılmadan çok, bilgiyle çözümlenebilecek
problemler sundu. Örneğin, ilk önce, bir hevenk muzu maymunların
erişemeyeceği bir yere astı; şempanze, muzu almak için birkaç başarısız
girişimde bulunduktan sonra bir köşeye çekilip büzüldü. Ancak muzlara
yeniden dönüp baktığında birden ortada bir kutu olduğunu gördü. Kutuyu
hemen kapan maymun kutunun üzerine tırmanıp muzu aldı. Daha sonra ise
muzlar daha da yükseğe asılarak kutuların üst üste konulması, kısa
sopaların iç içe geçirilerek uzun bir değneğin oluşturulması gibi daha
karmaşık yöntemler gerektiren denemelere girişildi. Köhler'in
çalışmasına yönelik eleştiriler ise iki önemli noktaya dayanıyordu: Bu
hayvanların daha önceki deneyimlerinin bilinmemesi, laboratuvarlarda
eğitilen şempanzelerin tırmanabilmeleri için kutuların ve değneklerin
yapımı için gereken sopaların bulunmasıydı.
1940'lı yıllarda Berkeley'deki California
Üniversitesi'nden Edward C.Tolman ' ın uyguladığı testler bu
tür sorunlar içermiyordu. Tolman'ın deneyinde, T şeklindeki bir
labirentin her iki ucuna aynı yiyecek konularak, hayvanın herhangi bir
şeyi önceden öğrenmesine gerek kalmadan yiyeceğe ulaşması gözlendi. İlk
denemede sol kol karanlık, dar bir kutuya uzanırken, sağ kol ise
beyaz, geniş bir kutunun içine sokulmuştu. (Fareler içgüdüsel olarak
karanlık ve dar kutuları yeğlerler). Başka bir gün ise fare başka bir
odada karanlık ve dar bir kutuya sokularak hayvana elektroşok
uygulandı. Üçüncü gün elektroşokun etkisi altındaki farenin baştaki
labirentine döndüğü görüldü. Şartlanma teorisine göre, herhangi bir
davranış öğretilmeyen fare labirentte rasgele keşfe çıkar. Buna
alternatif olarak, içgüdüleri doğrultusunda dar ve karanlık kutunun
yerini öğrenmiş olması gerekir. Ancak farenin doğrudan labirentin
sağına gidip beyaz kutuya yöneldiği görüldü.
Tolman'ın görüşüne göre fare görünüşte birbiriyle
ilintisiz ve bağımsız deneyimlerden yararlanarak bir plan hazırladı.
Amerikalı bilim adamı bu planı da, bilgiye dayanan harita olarak
adlandırdı. Bu bakış açısı şempanzelere uygulandığında, görünüşte
herhangi bir deneme/yanılma yöntemi olmadan muzların altına kutuyu
çekmek için kutularla neler yapılabileceğiyle ilgili bilgiyi muzların
arzu edilebilirlik derecesiyle ilişkilendirmek gerekir. Deneme/yanılma
yöntemi olmadan şempanzeler basit bir plan üretmek zorunda kaldılar. Bu
da, en basit şekliyle hayvan düşüncesinin bir göstergesi sayılabilir.
Bilgiye dayalı haritalar
Bilgiye dayanan haritaların arılar ve örümcekler için de
geçerli olduğu yönünde kanıtlar bulunmasına rağmen, hayvanların
düşünceleriyle ilgili çalışmaların kuşlar ve maymunlar üzerinde
yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu konuda en önemli kanıt ise bazı
hayvanların kavramlar oluşturabilme yeteneğidir. Buna örnek olarak,
Harvard Üniversitesi'nden Richard J.Herrnstein 'ın
güvercinlerle yaptığı deneydir. Herrnstein'ın deneyinde laboratuvarlarda
eğitilen güvercinlere ağaç, balık ya da yaprak gibi nesnelerin
diyapozitifleri gösterilmiştir. Daha sonra kuşlar, örneğin ağaç resmini
gagaladıklarında, yiyecekle ödüllendirilmişlerdir. Deney sırasında
kuşların, ödüllendirilen slaytların ortak özelliklerini belirleyinceye
kadar öğrenme sürecinin son derece yavaş olduğu gözlenmiştir. Bazı
durumlarda güvercinler, yüzlerce resim arasından ödüllendirilen
görüntülerin hepsini hatırlama yöntemine başvurmalarına rağmen çoğu kez
ortak özellik üzerinde odaklanarak başka bir slayt setinde de başarı
sağlayabilmişlerdir. Öte yandan, kuşların yuvalarının yolunu bulmak için
de çeşitli zihinsel haritalar geliştirdikleri bilinmektedir. Bunların,
bilinen bir yerden başka bir yere gitme yeteneği gerçek bir 'bilgiye
dayanan harita' örneği olarak gösterilmektedir.
Yiyecek bulma yeteneği
Doğuştan var olan çeşitli yeteneklerin kullanımı basit
düşüncenin kanıtı olabilir. Örneğin, Kuzey Amerika'da yaşayan bir cins
olan yağmurkuşlarının , düşmanlarını yumurtalarından uzak tutmak için
ötmekten kırık kanat taklidi yapmaya kadar çeşitli kurnazlık
yöntemlerine başvurdukları görülmektedir.
Örneğin, bir tilki doğrudan yuvaya yaklaştığında kuşun oldukça karmaşık
bir gösteri olan kırık kanat taklidi yöntemine başvurduğu saptanmıştır.
Öte yandan bazı araştırmaların sonuçları, kuşların çok iyi planlama
yöntemleri bildiklerini ortaya koyuyor. Bunlardan biri de,
balıkçılların balıkları avlamak için geliştirdikleri sisteme dayanıyor.
Balıkçıl kuşları avlarını elde etmek için suya bir parça yem
atıyorlar; balıklar yaklaştığında da hemen harekete geçerek onları
avlıyorlar. Bu avlanma yönteminin yüksek başarı derecesi ve buna rağmen
balıkçıl kuşları tarafından çok fazla kullanılmaması kuşların bunu
doğuştan bilmesini olanaksız kılıyor. Kuzgunlar üzerinde yapılan daha
kontrollü bir deneme ise Vermont Üniversitesi'nden Bernd Heinrich
tarafından gerçekleştirildi.
Heinrich, elde yetiştirilmiş kuzgunları etrafı çevrili
bir alan içerisinde kapatarak onların öğrenme yeteneklerini
değerlendirdi. Bu deney için tüneklere, uçlarına et parçaları bağlı
sicimler astı. Sicimler, kuzgunların bulundukları yerden uzanıp et
parçalarını rahatlıkla alamayacakları kadar uzundu.
Kuşlar birkaç kez bulundukları yerden sicimlere doğru
uçup et parçalarını kapmaya çalıştılarsa da yemler çok iyi korundukları
için hamlelerinde başarılı olamadılar. Hayvanlar birkaç başarısız
girişimden sonra Köhler'in şempanzeleri gibi vazgeçtiler.
Test başladıktan altı saat sonra kuzgunlardan biri
birdenbire sorunu çözdü. Hayvan tüneğin üzerinden aşağı doğru uzandı ve
sicimi olabildiğince yukarı doğru çekerek tüneğin üzerinde bir küme
haline getirdi; daha sonra tekrar aşağıya doğru uzandı ve diğer sicim
için aynı uygulamayı yaptı. Böylece etleri tüneğe yaklaştırıncaya kadar
bu işlemlerini sürdürdü. Kuzgunlarla ilgili bu deneyde de Köhler'in
şempanzelerinde olduğu gibi deneme ve yanılma için zaman yoktu.
Bu ilk girişimin ardından ikinci kuzgun da sorunu çözdü. Bu hayvan
türdeşinin daha önceki hareketlerini inceleme fırsatı elde etmiş
olmasına rağmen kendisi çektiği sicimleri bir yumak haline getirmek
yerine düz şeritler halinde sıralamayı tercih etti. Bir başka kuş ise
ete ulaşıncaya kadar sicimleri tüneğe bağladı. Kuşlardan yalnızca bir
tanesi et parçalarını nasıl elde edeceğini bilemedi.
Öğrenme ve oyun
Kuzgun ların karşılaştıkları sorunları çözmeye yönelik
yöntemleri birbirlerinden öğrenmek yerine bu konuda bağımsız davranışlar
sergilemeleri şaşırtıcı gelebilir. Gerçekte, maymunların dışında diğer
canlıların gözleme dayanan öğrenme yöntemleri geliştirdiklerine dair
pek fazla kanıt yoktur. Araştırmacıların çoğunun başlangıçta
benimsedikleri yöntemlerin gözlemlenerek öğrenilmesi olgusu daha sonra
'sınırlı alanda güç kazanma' teorisine dönüşmüştür.
Bu satırların yazarları tüm kedi ve köpek meraklıları gibi uzun süre
hayvanların birbirlerinin davranışlarını ender olarak taklit
ettiklerinden kuşku duydular. Örneğin, kedinin odadan çıkabilmek için
kapalı olan kapının tokmağına atlayıp durması insan davranışını taklit
etmek şeklinde algılanabilir. Oysa gerçekte, dikey atlayışlar
kemirgenlerin doğuştan bilinen davranışlarının bir parçasıdır. Bu örnek
diğer pek çok taklit eğilimi gibi doğuştan olan ya da şartlı davranışın
'sınırlı alanda güç kazanması' yöntemiyle yeni bir mekanda
uygulanmasıdır.
Zeki hayvanların paylaştıkları diğer bir davranış şekli
ise oyundur. Örneğin, ahtapotlar denizin üzerinde dalgalanan nesnelerin
arkasından jet hızıyla yüzerler. Papağanlar yüzerler ve kartopu
yaparlar. Yunuslar ve balerinler suyun içinden havaya zıplarlar.
Kuzgunlar birbirlerine taş atarlar ve oluşturdukları dev kartoplarını
birbiri ardı sıra yuvarlarlar.
Maymunlar i se maskaralıklarıyla ünlüdürler. Bunların
yeğledikleri oyun türleri arasında, akarsu kenarlarında ağaç dallarında
sarkarak gürültü patırtıyla su sıçratmak ya da yapraklarla gözlerini
örterek körebe oyununu oynamak sayılabilir.Sonuç olarak, bu hayvanların
kafasından neler geçtiğini bilmesek bile en katı gözlemcinin dahi bu
davranışların can sıkıntısını gidermeye yönelik basit eylemlerden çok
daha öte zeka pırıltıları olacağını düşünmesi kaçınılmazdır.
Zekâyla ilgili görüşler
Dil faktörü düşünce ve bilinçle ilgili tartışmalarda hep
baskın olmuştur. Hatta bazı felsefeciler, bilinçli aklın yaratısı,
planlama ve düşünme için gerekli bir araç olarak gördükleri dilin salt
insana özgü olduğunu söyleyebilecek kadar ileri gitmişlerdir.
Maymundan arıya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kaplayan canlı
türlerinin kullandığı sembolik dile ise temkinli yaklaşılmıştır. Ancak
son zamanlarda hayvanların sözel olmayan planlama yöntemlerine sahip
olduğunu gösteren güçlü kanıtlar uzmanların bu yöndeki katı
görüşlerinin biraz yumuşamasına yol açtığı gözlenmektedir. Bu arada
sessiz harflerin tanıma, dil ve gramer yeteneğinin büyük ölçüde
doğuştan kaynaklandığının ortaya konması insanoğluna biçilen üstün
görüntüyü önemli derecede sarsmıştır.
Tür olarak insanoğlunu diğerlerinden ayıran genetik
özelliğin, yarasaların sesin yankılanmasından yararlanarak kendilerinin
ya da başka bir şeyin yerini belirleme yeteneğinden daha karmaşık
olmadığı varsayılmaktadır .
Ancak insanoğlunu şaşırtıcı bir entelektüel potansiyelle
donatan dil, ona iletişim yeteneğiyle beraber planlama ve mantık
yürütebilme özelliğini de sunmaktadır. Öte yandan, yeryüzünü
paylaştığımız o büyüleyici hayvan türlerine baktığımızda ise
insanoğlunun maymun soyunun değişik bir çeşidinden başka bir şey
olmadığı görüşümüz ağırlık kazanmaktadır.
bir nitelik olduğuna inanılır. Mantık unsurunun salt insanlarda
bulunduğu ve bu nedenle de bizi diğer canlı türlerinden ayırdığı
düşünülür. Oysa son yirmi yıldır, bu entelektüel üstünlük konusuna
kuşkuyla yaklaşılıyor. Artık birtakım araştırmacılar bazı hayvanların
da düşünebileceğini ileri sürüyorlar. Aynı zamanda, insan soyunun
görünürdeki beyinsel zaferlerinin öğrenme kapasitesinden çok, doğuştan
var olan bir tür programlamadan kaynaklandığına inanılıyor.
Hayvan zekâsıyla ilgili en çarpıcı bulgu 1904 yılında
Akıllı Hans adlı atla ilgili bir araştırmada elde edildi. İnsanlar
kadar akıllı olduğu düşünülen bir hayvanın gizemini ortaya çıkaran
araştırmacı Oskar Pfungst, bu durumu şöyle betimlemişti: Bu konuda uzun
süre araştırılan şey sonunda bulundu. Bir at aritmetik problemlerini
çözebiliyor. Bu hayvan uzun süren eğitimler sonunda soyut düşünce
düzeyine ulaşabildi.
Hans aynı zamanda günlük Almancayı okuyabiliyor ve anlayabiliyordu.
Uzman gruplar at üzerinde denemeler yaptıktan sonra
Pfungst'un deney sonuçlarının doğru olduğu saptandı. Pfungst, aylarca
hayvanı inceledikten sonra Hans'ın zekâsının nereden kaynaklandığını
belirledi: Hayvan ayağındaki nal sayısını gösteren sayıya yaklaştıkça
izleyicilerden gelen tepkiler ve seslerin artması onu yönlendiriyordu
Hans'la ilgili bu bulgular, daha önce hayvanların
düşünce biçimleriyle ilgili çalışmalardan geri adım atılması anlamına
geliyordu. Bu olaydan önce, hayvanlara mantık ve düşünme gücü atfetmek
yaygındı.
İngiliz karşılaştırmalı psikoloji uzmanı George
J.Romanes 1888 yılında yazdığı Animal Intelligence (Hayvan zekâsı) adlı
yapıtında bu düşünme çıtasını o kadar alçattı ki onun iddiaları
doğrultusunda bir deniz kabuğu bile mantıklı sayılabilirdi. Romanes,
içgüdülerin devreye girmemesi durumunda mantığın arabulucu olması
gerektiğini düşünmüştü.
Ancak Akıllı Hans olayından sonra davranış psikolojisi
uzmanları İngilizce konuşulan dünyada hayvanlar üzerindeki denemelerle
ilgilenmeye başladılar.
Bu bakış açısı yalnız hayvanlarda değil insanlarda da içgüdü, bilinç,
düşünce ve özgür iradenin yadsınmasına yol açtı. Davranış
psikolojisinin kurucusu olan Amerikalı psikolog John B.Watson
' a göre, tüm insan ve hayvan davranışları şartlanmanın
ürünüydü. Watson insanların, eğitimle çok yüksek düzeyde sözel
alışkanlıklar geliştirebilmelerine rağmen gerçek anlamda
düşünmediklerini belirtiyordu.
Romanes'in görüşünün tersine Watson, hatta öğrenmenin de anlama
gerektirmeden otomatik bir davranış olabileceğini ileri sürdü. Watson'a
göre, klasik şartlanma da içsel bir uyarı - tepki refleksini yeni bir
uyarıcıyla ilişkilendiriyor. Örneğin, böylece, bir köpeğe zil
çaldığında ya da ışık yandığında bunun yiyecek anlamına geldiği
öğretilebiliyor. Davranış psikolojisindeki diğer öğrenme türünde ise,
davranışların ödüllendirilmesi doğrultusunda hayvanların deneme yanılma
yöntemiyle keşfetmeleri ve bu verilerin yeni davranış biçimleri
geliştirmelerine yol açması pek beklenmiyor. Her iki durumda da anlama
gerekmiyor. Türlere özgü öğrenme programlarıyla ilgili daha sonraki
keşifler bile davranış öğretisine büyük darbeler indirmesine rağmen
hayvanların bu pasif öğrenme mekanizması görüşünde fazla değişiklik
yapamadı.
Düşünce için hangi ölçütler
geçerli?
Romanes'in ikna edici olduğunu düşündüğü davranış
biçimleri artık pek fazla gerçekçi bulunmuyor. Örneğin, kuşların ve
böceklerin hayli karmaşık yuva kurma yöntemlerinin tamamen doğuştan
kaynaklandığı biliniyor. Yuva yapma alışkanlığının uygulamalarla
geliştiği ve deneyim kazanıldıkça yuva için daha iyi yerlerin bulunduğu
doğru ancak hayvan işe koyulmadan önce bu yöndeki davranışını
belirleyecek temel unsurların doğuştan var olduğu yadsınamaz.
Gerçekte, bizleri son derece etkileyen karmaşık uyum davranışları da
öğrenilemeyeceği için bunlara doğuştan sahip olunduğu düşünülüyor. Aynı
zamanda davranış öğretisini savunanların da gösterdiği gibi, öğrenme
otomatik olabiliyor. Gerçekte şartlanma, doğuştan gelen karmaşık
olasılıkların bir bileşkesi şeklinde düşünülüyor. Buna göre, anne
babasının arkasından giden küçük ördek neyi niçin yaptığını anlasa bile
yavru kuşun önüne konulan oyuncak bir trenin arkasından gitmesi
herhangi bir anlama gerektirmiyor. Bu bulgular ışığında da, davranışı
değiştirmeye yönelik öğrenme eyleminin, düşünmenin açık bir kanıtı
olarak algılanamayacağı ortaya çıkıyor.
Düşünmeyle ilgili ipuçları
Bir hayvanın düşünebileceğini ileri sürmek için,
türlerin doğal tarihi ve doğuştan olan davranış eğilimlerini iyi bilmek
gerekir. Hayvanların düşünceleriyle ilgili araştırmalara geçmeden önce
onların bazı eylemlerini önceden planlayabildiklerini ileri süren bazı
çalışmalardan söz etmek gerekiyor.
1914 yılında Alman psikolog Wolfgang Köhler , Kanarya Adaları'nda
maymunlarla ilgili bir araştırma merkezinde çalışıyordu. Köhler,
şempanzelerine deneme ve yanılmadan çok, bilgiyle çözümlenebilecek
problemler sundu. Örneğin, ilk önce, bir hevenk muzu maymunların
erişemeyeceği bir yere astı; şempanze, muzu almak için birkaç başarısız
girişimde bulunduktan sonra bir köşeye çekilip büzüldü. Ancak muzlara
yeniden dönüp baktığında birden ortada bir kutu olduğunu gördü. Kutuyu
hemen kapan maymun kutunun üzerine tırmanıp muzu aldı. Daha sonra ise
muzlar daha da yükseğe asılarak kutuların üst üste konulması, kısa
sopaların iç içe geçirilerek uzun bir değneğin oluşturulması gibi daha
karmaşık yöntemler gerektiren denemelere girişildi. Köhler'in
çalışmasına yönelik eleştiriler ise iki önemli noktaya dayanıyordu: Bu
hayvanların daha önceki deneyimlerinin bilinmemesi, laboratuvarlarda
eğitilen şempanzelerin tırmanabilmeleri için kutuların ve değneklerin
yapımı için gereken sopaların bulunmasıydı.
1940'lı yıllarda Berkeley'deki California
Üniversitesi'nden Edward C.Tolman ' ın uyguladığı testler bu
tür sorunlar içermiyordu. Tolman'ın deneyinde, T şeklindeki bir
labirentin her iki ucuna aynı yiyecek konularak, hayvanın herhangi bir
şeyi önceden öğrenmesine gerek kalmadan yiyeceğe ulaşması gözlendi. İlk
denemede sol kol karanlık, dar bir kutuya uzanırken, sağ kol ise
beyaz, geniş bir kutunun içine sokulmuştu. (Fareler içgüdüsel olarak
karanlık ve dar kutuları yeğlerler). Başka bir gün ise fare başka bir
odada karanlık ve dar bir kutuya sokularak hayvana elektroşok
uygulandı. Üçüncü gün elektroşokun etkisi altındaki farenin baştaki
labirentine döndüğü görüldü. Şartlanma teorisine göre, herhangi bir
davranış öğretilmeyen fare labirentte rasgele keşfe çıkar. Buna
alternatif olarak, içgüdüleri doğrultusunda dar ve karanlık kutunun
yerini öğrenmiş olması gerekir. Ancak farenin doğrudan labirentin
sağına gidip beyaz kutuya yöneldiği görüldü.
Tolman'ın görüşüne göre fare görünüşte birbiriyle
ilintisiz ve bağımsız deneyimlerden yararlanarak bir plan hazırladı.
Amerikalı bilim adamı bu planı da, bilgiye dayanan harita olarak
adlandırdı. Bu bakış açısı şempanzelere uygulandığında, görünüşte
herhangi bir deneme/yanılma yöntemi olmadan muzların altına kutuyu
çekmek için kutularla neler yapılabileceğiyle ilgili bilgiyi muzların
arzu edilebilirlik derecesiyle ilişkilendirmek gerekir. Deneme/yanılma
yöntemi olmadan şempanzeler basit bir plan üretmek zorunda kaldılar. Bu
da, en basit şekliyle hayvan düşüncesinin bir göstergesi sayılabilir.
Bilgiye dayalı haritalar
Bilgiye dayanan haritaların arılar ve örümcekler için de
geçerli olduğu yönünde kanıtlar bulunmasına rağmen, hayvanların
düşünceleriyle ilgili çalışmaların kuşlar ve maymunlar üzerinde
yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu konuda en önemli kanıt ise bazı
hayvanların kavramlar oluşturabilme yeteneğidir. Buna örnek olarak,
Harvard Üniversitesi'nden Richard J.Herrnstein 'ın
güvercinlerle yaptığı deneydir. Herrnstein'ın deneyinde laboratuvarlarda
eğitilen güvercinlere ağaç, balık ya da yaprak gibi nesnelerin
diyapozitifleri gösterilmiştir. Daha sonra kuşlar, örneğin ağaç resmini
gagaladıklarında, yiyecekle ödüllendirilmişlerdir. Deney sırasında
kuşların, ödüllendirilen slaytların ortak özelliklerini belirleyinceye
kadar öğrenme sürecinin son derece yavaş olduğu gözlenmiştir. Bazı
durumlarda güvercinler, yüzlerce resim arasından ödüllendirilen
görüntülerin hepsini hatırlama yöntemine başvurmalarına rağmen çoğu kez
ortak özellik üzerinde odaklanarak başka bir slayt setinde de başarı
sağlayabilmişlerdir. Öte yandan, kuşların yuvalarının yolunu bulmak için
de çeşitli zihinsel haritalar geliştirdikleri bilinmektedir. Bunların,
bilinen bir yerden başka bir yere gitme yeteneği gerçek bir 'bilgiye
dayanan harita' örneği olarak gösterilmektedir.
Yiyecek bulma yeteneği
Doğuştan var olan çeşitli yeteneklerin kullanımı basit
düşüncenin kanıtı olabilir. Örneğin, Kuzey Amerika'da yaşayan bir cins
olan yağmurkuşlarının , düşmanlarını yumurtalarından uzak tutmak için
ötmekten kırık kanat taklidi yapmaya kadar çeşitli kurnazlık
yöntemlerine başvurdukları görülmektedir.
Örneğin, bir tilki doğrudan yuvaya yaklaştığında kuşun oldukça karmaşık
bir gösteri olan kırık kanat taklidi yöntemine başvurduğu saptanmıştır.
Öte yandan bazı araştırmaların sonuçları, kuşların çok iyi planlama
yöntemleri bildiklerini ortaya koyuyor. Bunlardan biri de,
balıkçılların balıkları avlamak için geliştirdikleri sisteme dayanıyor.
Balıkçıl kuşları avlarını elde etmek için suya bir parça yem
atıyorlar; balıklar yaklaştığında da hemen harekete geçerek onları
avlıyorlar. Bu avlanma yönteminin yüksek başarı derecesi ve buna rağmen
balıkçıl kuşları tarafından çok fazla kullanılmaması kuşların bunu
doğuştan bilmesini olanaksız kılıyor. Kuzgunlar üzerinde yapılan daha
kontrollü bir deneme ise Vermont Üniversitesi'nden Bernd Heinrich
tarafından gerçekleştirildi.
Heinrich, elde yetiştirilmiş kuzgunları etrafı çevrili
bir alan içerisinde kapatarak onların öğrenme yeteneklerini
değerlendirdi. Bu deney için tüneklere, uçlarına et parçaları bağlı
sicimler astı. Sicimler, kuzgunların bulundukları yerden uzanıp et
parçalarını rahatlıkla alamayacakları kadar uzundu.
Kuşlar birkaç kez bulundukları yerden sicimlere doğru
uçup et parçalarını kapmaya çalıştılarsa da yemler çok iyi korundukları
için hamlelerinde başarılı olamadılar. Hayvanlar birkaç başarısız
girişimden sonra Köhler'in şempanzeleri gibi vazgeçtiler.
Test başladıktan altı saat sonra kuzgunlardan biri
birdenbire sorunu çözdü. Hayvan tüneğin üzerinden aşağı doğru uzandı ve
sicimi olabildiğince yukarı doğru çekerek tüneğin üzerinde bir küme
haline getirdi; daha sonra tekrar aşağıya doğru uzandı ve diğer sicim
için aynı uygulamayı yaptı. Böylece etleri tüneğe yaklaştırıncaya kadar
bu işlemlerini sürdürdü. Kuzgunlarla ilgili bu deneyde de Köhler'in
şempanzelerinde olduğu gibi deneme ve yanılma için zaman yoktu.
Bu ilk girişimin ardından ikinci kuzgun da sorunu çözdü. Bu hayvan
türdeşinin daha önceki hareketlerini inceleme fırsatı elde etmiş
olmasına rağmen kendisi çektiği sicimleri bir yumak haline getirmek
yerine düz şeritler halinde sıralamayı tercih etti. Bir başka kuş ise
ete ulaşıncaya kadar sicimleri tüneğe bağladı. Kuşlardan yalnızca bir
tanesi et parçalarını nasıl elde edeceğini bilemedi.
Öğrenme ve oyun
Kuzgun ların karşılaştıkları sorunları çözmeye yönelik
yöntemleri birbirlerinden öğrenmek yerine bu konuda bağımsız davranışlar
sergilemeleri şaşırtıcı gelebilir. Gerçekte, maymunların dışında diğer
canlıların gözleme dayanan öğrenme yöntemleri geliştirdiklerine dair
pek fazla kanıt yoktur. Araştırmacıların çoğunun başlangıçta
benimsedikleri yöntemlerin gözlemlenerek öğrenilmesi olgusu daha sonra
'sınırlı alanda güç kazanma' teorisine dönüşmüştür.
Bu satırların yazarları tüm kedi ve köpek meraklıları gibi uzun süre
hayvanların birbirlerinin davranışlarını ender olarak taklit
ettiklerinden kuşku duydular. Örneğin, kedinin odadan çıkabilmek için
kapalı olan kapının tokmağına atlayıp durması insan davranışını taklit
etmek şeklinde algılanabilir. Oysa gerçekte, dikey atlayışlar
kemirgenlerin doğuştan bilinen davranışlarının bir parçasıdır. Bu örnek
diğer pek çok taklit eğilimi gibi doğuştan olan ya da şartlı davranışın
'sınırlı alanda güç kazanması' yöntemiyle yeni bir mekanda
uygulanmasıdır.
Zeki hayvanların paylaştıkları diğer bir davranış şekli
ise oyundur. Örneğin, ahtapotlar denizin üzerinde dalgalanan nesnelerin
arkasından jet hızıyla yüzerler. Papağanlar yüzerler ve kartopu
yaparlar. Yunuslar ve balerinler suyun içinden havaya zıplarlar.
Kuzgunlar birbirlerine taş atarlar ve oluşturdukları dev kartoplarını
birbiri ardı sıra yuvarlarlar.
Maymunlar i se maskaralıklarıyla ünlüdürler. Bunların
yeğledikleri oyun türleri arasında, akarsu kenarlarında ağaç dallarında
sarkarak gürültü patırtıyla su sıçratmak ya da yapraklarla gözlerini
örterek körebe oyununu oynamak sayılabilir.Sonuç olarak, bu hayvanların
kafasından neler geçtiğini bilmesek bile en katı gözlemcinin dahi bu
davranışların can sıkıntısını gidermeye yönelik basit eylemlerden çok
daha öte zeka pırıltıları olacağını düşünmesi kaçınılmazdır.
Zekâyla ilgili görüşler
Dil faktörü düşünce ve bilinçle ilgili tartışmalarda hep
baskın olmuştur. Hatta bazı felsefeciler, bilinçli aklın yaratısı,
planlama ve düşünme için gerekli bir araç olarak gördükleri dilin salt
insana özgü olduğunu söyleyebilecek kadar ileri gitmişlerdir.
Maymundan arıya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kaplayan canlı
türlerinin kullandığı sembolik dile ise temkinli yaklaşılmıştır. Ancak
son zamanlarda hayvanların sözel olmayan planlama yöntemlerine sahip
olduğunu gösteren güçlü kanıtlar uzmanların bu yöndeki katı
görüşlerinin biraz yumuşamasına yol açtığı gözlenmektedir. Bu arada
sessiz harflerin tanıma, dil ve gramer yeteneğinin büyük ölçüde
doğuştan kaynaklandığının ortaya konması insanoğluna biçilen üstün
görüntüyü önemli derecede sarsmıştır.
Tür olarak insanoğlunu diğerlerinden ayıran genetik
özelliğin, yarasaların sesin yankılanmasından yararlanarak kendilerinin
ya da başka bir şeyin yerini belirleme yeteneğinden daha karmaşık
olmadığı varsayılmaktadır .
Ancak insanoğlunu şaşırtıcı bir entelektüel potansiyelle
donatan dil, ona iletişim yeteneğiyle beraber planlama ve mantık
yürütebilme özelliğini de sunmaktadır. Öte yandan, yeryüzünü
paylaştığımız o büyüleyici hayvan türlerine baktığımızda ise
insanoğlunun maymun soyunun değişik bir çeşidinden başka bir şey
olmadığı görüşümüz ağırlık kazanmaktadır.